Her şeyin bir başı, bir de sonu olmalı…
Bu da burdaki son yazım hey blog!
Yeni başlangıçlarda görüşmek üzere, hayata anlam katan herkese…
Her şeyin bir başı, bir de sonu olmalı…
Bu da burdaki son yazım hey blog!
Yeni başlangıçlarda görüşmek üzere, hayata anlam katan herkese…
Bazen daha yoğun, bazen acı çekerek, bazen umut ederek, bazen tüm umudunu yitirmiş…
Hep bir soru aklımda? Her biri için, her birine;
Beni neden sevmedin?
bazı geceler zor…
Bazen öyle zorlanıyorum ki
Çölde bir vaha gibi o güzel günlerin hayali ayakta tutuyor
O gün geldiğinde çok değiştiğimi söyleyecekler
Birileri sevgisizlik, birileri ise umursamazlıkla suçlayacak belki de
Hayatın yeni bir yoluna geçmişken, eski yolun gürültüleri sadece birer kulak çınlaması oluşturacak
İnsanın hayat yolcuğuluğu özünde sürekli değişim
bu değişim çoğu zaman canımızı acıtıyor
sevdiğimiz insanların ya da yerlerin farklılaştığını görmek
ya da sırf biz değiştiğimiz için aynı kişiyi ya da yeri farklı görmek
üzebiliyor
Bazen eski zamanlarda gittiğim yerlere bakıyorum
hislerimi yatırıyorum masaya
çevreme bakıyorum, gözlemliyorum her ayrıntısıyla
anlıyorum ki orda aslında değişen benim
yer aynı yer, ne sokakların darlığı değişti, ne de kaldırımların kalabalığı
oysa geçmişte o kalabalığa girmek için can atarken, şimdi kaldırımların yamukluğuna takılıyor gözüm, ya da yürürken omzuma çarpan insanlara
Bazen de öyle istekli gidiyorum ki bazı yerlere,
senin hayatını anlamlı kılan zamanları içinde barındıran o yere kepengi vurmuşlar
hisler belki sabit ama yer değil
Bunun bir de insan perspektifi var,
çevremizdeki insanlara ve değişimlerine karşı bu kadar net tanımlama yapamıyoruz,
pozitif değişimleri uyumluluk olarak görürken
bize kötü gelen değişimleri ise kabullenemiyoruz
hayatın akışını kabul etmek zor geliyor böyle zamanlarda
Ama insanın en çok canını sıkan ne biliyor musun ey dost!
sen değişiyorsun ya, olumsuz anıları hep sırtında taşıyan insanlarda baki kalıyorsun
Çocuk geliyor 30 yaşına, bir bakıyorsun 15-16 yaşındaki sen olarak biliyor ailesi çocuğu
üzüyor be dost!
Biz hep en çok vakit geçirdiğimiz insanların bizi en iyi tanıdığını düşünürüz, büyük aptallık!
En son tanıştığın kimse, seni en iyi o tanıyor,
diğerleri farklı zaman dilimlerindeki eski senleri sırtında taşıyor..
Yalnızlık… Köprü altında yatan bir evsizin, gecenin sabaha kavuşmak üzere olan en ıssız anında uykusundan uyanıp, çevresine bakması ve kendine ait hiçliğiyle, onun ait olduğu hiçliğin ortasında kalması mıdır?
Yoksa kalabalık bir topluluğun içinde kendini oraya ait hissetmemesi midir?
Korkmalı mıdır insan yalnızlıktan, istemeli midir? Acıtır mı, huzur mu verir? Sevmeli midir, kaçmalı mıdır?
Sorular sadece cevapları bulma isteğiyle varolurlar demiş biri…
Bunca soru sormuşken yalnızlık üzerine… Yüzleşmek istemediğimiz cevap için mi bunca soru?
Aslına bakarsan konu yalnızlık da değil ya, duygularımız;
Sevinç
Heyecan
Tutku
Mutluluk
Keyif
Bir o kadar da;
Hüzün
Korku
Stres
Kaygı
Suçluluk
Acı
İlk kısım güzel de, ya şu diğerleri olmasa -mı?
Hani yüzleşmek istemediğimiz cevap dedik ya, ikinci kısım işte bu cevaplar. Bizi hep kaçırmaya çalıştılar ordan, oysa ki;
Kimse bize hüzünlü şairlerin olmadığı şiirsiz bir dünyadan bahsetmedi ya da korkuların oluşturduğu stres ve kaygıyla çıkan dahiyane fikirlerden. Biz hep ilham duyduk ve çiçekli bir kafenin sokağa bakan masasına oturup, yoldan geçen renkli insanları izleyerek aradık onu.
Bilmedik ki ilham diye öğretilen, -bizi kaçırdıkları şey- aslında küçücük bir odayı dünyası kabul etmiş Van Gogh’un yaşadığı ruhsal çöküntülerdi… Ya da bir şairin intiharından önceki son mısralarıydı…
Yaratıcılığın açıklanamaz bir suçluluk duygusu taşıdığını söyler bilim insanları ve birçok şair ve sanatçının yaratılarının doruğundaki intiharlarını örnekler..
Bize o negatif kodlanan, çoğu zaman gizlenen duygulara gözlerimizi kapatarak, görmezden gelmeye çalışarak yaşarız, kafasını toprağa gömerek kendini koruduğunu sanan devekuşu misali…
Oysa bilseydik ki bu duyguların büyük bir şans olduğunu, aşkın kaybetme korkusu ortadan kalktığında bittiğini, başarının ancak biraz stresle mümkün olduğunu…
Kaçmaya çalıştıkça esiri olduk-negatif olarak kodlanan duyguların- üzerine eklediğimiz ilave kodlamalarla da bizden sonraki nesillere aktardık…
Yalnızlık demiştik başta, köprü altındaki adamın hikayesine üzülmüştük, belki de o adamın şiirleyle yaşadığımız aşkı bilmeden…
Kaçımız bu öğretilenin yükünü sırtından atar bilinmez, ama sabahın ilk ışıklarını bu denli güzel kılan, öncesindeki gecenin karanlığı ey dostum. Gecenin en karanlığını da sev, aşık da ol, terk edil hatta, otur o gecenin karanlığında ağlayarak şiir yaz. Başka türlü nasıl renklenir ki dünya?
Bazı rüyaların gerçekçiliği sarsıyor insanı
Ve ilginçtir ki, gerçek dünyada hisler hissizleşmişken
Bir rüya birçok hissin zirvesini yaşatabiliyor insana
Uyanıyorsun, hangisi gerçek, hangisi rüya?
Yaşam mı Rüya mı, rüya?
İyi ki rüya! Ama yine de bir ömür hatırlanacak bir an kazıyor insanın kafasına rüya…
Zihnimin en güzel yerlerinin birinde hep canlı kalacak o hisler, sözler
“Seni çok seviyorum
-Ben de seni çok seviyorum”
Ananeme…
Ölüler de sanıyor ki diriler her gün helva yiyor.
Sen hiç uzun yaşayan bir şair gördün mü?
göremezsin
mutluluk üzerine çok düşünmez insan, yazamaz da
mutluluğa öyle aç bir ruh ile varolmuş ki insanoğlu
her yakaladığında çikolata vakti gelmiş çocuğun onu aşkla ve son derece hızla yemesi gibi tüketir
mutsuzluksa insanın kendi içine çekildiği
aslında onu da hızlıca tüketebilecekken iyice içine gömüldüğü bir haldir
İlginçtir ki mutluluk hormonlarına bile konu olmuştur mutsuzluk
öyle bir safhası vardır ki, onu geçersen tat almaya başlarsın
işte o mutsuzluğun tat alma safhasında çıkar yazılar ortaya
ama dedik ya “sen hiç uzun yaşayan bir şair gördün mü?”
beyin tat alsa da vücudun öyle sapkın düşünceleri yoktur
vücut her mutsuzluk dakikasında bir çizik atar üzerine
ne zamanki yeni çizik atacak yer kalmaz
beyin de ikna olur vücuda, toparlanır giderler…
Bazen susuyorum diye yola çıktım
baktım ki hep susar oldum
susmanın arkasındaki yıkık binanın içine hapsoldum
anlatmaya dair umutların yeşermediği diyarlarda
Susmak iyi hoş da
geçen zamana baktıkça insan
başka topraklarda olmayı diliyor
anlatabilmenin fayda ettiği diyarlar
Öyle isterdim ki konuşabilmek
en azından hesaplaşabilmek, helalleşebilmek
olmadı